29 Haziran 2011 Çarşamba

Gitmek üzerine

Selam ben kafası karışık olan Ancelik;Hani en çok tanıdığınızdan.
Her blogu açtığımda içimde bir huzursuzluk oluşuyor.Bu huzursuzluğa alışırım sandım,yokmuş gibi yazmaya devam ettim.Sonra bu büyüdü büyüdü patladı,artık size açılmanın vakti geldi sinyalleri çalmaya başladı.Bende koştum geldim.

Biliyorsunuz,blogum var diye neler çektiğimi.Öğretmenlerimin,arkadaşlarımın bana neler yaptığını.Ve hala blogumun googlede "ancelik" yazsan buunduğunu.Bunlar küçük gibi görünsede hayır!Büyük bir sorun.Size ne kadar gerçekçi yazıyorum sizce?Eğer beni başından sonuna kadar takip ediyorsanız birşeylerin eksikliğini anlayacaksınız.Hee sakın blogumu şimdi okuyup "yoo"demeyin çünkü şimdi yazamadığım gibi öncedende bu konularda yazdığım bütün yazılarımı çöpe attım.

Ben blogumusırf deneme yazmak için açmamıştım.İçimi dökmek yazmak karalamak için...Eğer öykü,deneme yazacaksam kimliğimi seve seve açıklardım zaten arkadaşlarımın gizli saklı işler çevirip bloguma ulaşmaları yerine ben gider söylerdim.

Şuanki durumumun okul panosuna her hafta deneme getimekten ne farkı var?

Ben Ancelik ismini,blogumu,her şeyimi okadar benimsedim o kadar  sevdimki hele sizleri...Ayrılmak gerçekten çok güç.Bir de artık bu kadar sevilmezsem diye bir korkuda var içimde.

Ama gitmek en doğrusu.Ya hiç yazmamak ya da tertemiz bir blogla yeniden başlamak.Ama burda kalmak yok artık.

Bunu uzun zamandır düşünüyordum.Hazal'ın son yazısını okuyunca cesaret aldım ve size benimde artık açılmam gerektiğini anladım.

sizi seviyorum..

24 Haziran 2011 Cuma

Hep Bir Mazeret

Belki de yazacaklarım tükenmiş,belki de kelime hazinemi yenilemem gerek,bence hiçbir şeyde sorun yok,benim biraz dışarı çıkıp yeni şeyler keşfetmem,yeni insanlar tanımam gerek ki anlatacağım yazacağım bir şeyler olsun.

Bu sefer yazacağım birşey yok deyip kapatmadım sayfayı.Bu sefer laf lafı açar diye kapatmadım sayfayı.

"Bir tatil olsun evden çıkmayacağım!"demiştim.Büyük söylemişim,Allah dikkate almış lafımı çıkamıyorum evden.Yolda yürümeyi özledim unutulan bir şey nasıl özlenir?
Evde kilise müziği eşliğinde kitaplar okumak,karnım acıkınca birşeyler atıştırmak,göz dinlendiriyorum bahanesiyle hayaller kurmak ne güzel aslında.Ama bunları yaparken bir yerden sonra sıkılmak istemiyorum,nefret etmek istemyorum bu alışkanlıklarımdan..İnanır mısınız?Hayallerim bile kendini tekrarlıyor.Yeni insanlar istiyor kendine yeni fikirler istiyor.Hakılada tabii.

Belkide yazılarımın tükenmesi artık mazeretim olmuştur.Belki de yazamıyorumdur ve tüm suçu masum bir kelimeye yüklüyorumdur.

Ve yine tükendim...

Sarı Lira
''Yaşamak değil, bu telaş öldürecek'' dediği gibi şairin
o telaşla, bırakın Paris yolunda ılık rüzgarlara taratmaya saçlarımızı
sevdiğimizle doyasıya bir sohbet bile edemedik biz...
Gözümüz saatte söyleştik hep
koşuşur gibi seviştik
yarışır gibi çalıştık
Hep yetişecek bir yerler vardı
aranacak adamlar, yapılacak işler
Bir sonraki günün telaşı, bir öncekinin terine bulaştı
başkalarının hayatı, bizimkini aştı.
Kör karanlıkta çalar saat yerine
kuşluk vakti, kızarmış ekmek kokusu
veya yavuklu busesi ile uyanma düşlerini hababam erteledik.
20'li yaşlardayken 30'lara kurduk saatin alarmını
30'larımızda 40'lara belki sonra 50'lere...
Lakin öyle yanlış kurgulanmış ki hayat
kuşlukta uyanma fırsatını sunduğunda size
artık uyku girmez oluyor gizlerinize...
Doyasıya söyleşmek
telaşsız sevişmek için bol zamana kavuştuğunuzda
söyleyecek, sevişecek kimseciklerkalmıyor yanınızda...
Özenle yarına sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz
vakti gelip sandıktan çıkardığınızda
bir de bakıyorsunuz ki
tedavülden kalkmış...
Can Dündar
 
 

23 Haziran 2011 Perşembe

Kitap Mimi

Ancelik:EEee okul bitti de ne oldu! Şimdi el elde baş başta oturuyoruz. Yahu grammar işlemeyi özledi dilcilerle,öğretmeniyle! Artık yaz okumalarına başlama zamanı, mesela Doris Lessing göz kırpmaya başladı bile, ege ikindilerinde tülle güneş cilveleşirken şekerleme yapmak, sonra da Edirne ile buluşma zamanıdır....

Sevgili Deep beni 'Kitap Mimi'yazısında mimlemiş.Ben kitaplara öylesine tutkuyla sarılırım ki bir kitapdan diğerine geçmek zor gelir bazen.Öylesine yaşarım ki kitabın içinde,acılarda benim olur sevinlerde.Anneme bazen soruyorum hangi çocuğunu daha çok seviyorsun diye.Hemen 5 parmağını açıyor "hangi parmağı kessen acımaz?"susuyorum....benim ki bir anne içtenliği kadar olmasada kitaplarımı çok seviyorum.Başkasının kitaplarını o kadar içtenlikle okuyamam.Benim olmalı diğer kitaplarımın yanında yerini almalı...

Beni kitaplara bu denli aşık eden babama ve Özgür hocama teşekkür ederim.İyiki tanımışım onları,iyiki herkes gibi dalga geçmemişim onlarla...

En sevdiğiniz, unutamadığınız, defalarca okuduğunuz veya hayatınızı değiştiren kitaplar?
Deep'in yazısını okuyunca yine ne kadar benzediğimizi gördüm ve buna nedense hiç şaşırmadım:)

1)Monte Kristo Kontu
2)Kirpinin Zerafeti Muriel Barbery

3)Bir Bahçe Düşü Ali Çolak:Sanırım bu kitabın sade diline aşık oldum.
4)Bir Filozofun İtirafları
5)Sahip Olmak ya da Olmak/erichFromm:Okunması gereken bir kitap,etkileyici.
6)Şeker Portakalı:İlk okulda Öğretmen bu kitabı ödev vermişti 2 günde 100 sayfa olan bu kitabı okuyup özet çıkartıcaktık Kimse okuyamamıştı ben bi günde yiyip yutmuştum bu kitabı,yaşıma göre gerçekten güzel bir özet çıkarmıştım.Hatta öyle bir etkilenmişim ki kitaptan.Bir bebeğimin adı Zeze idi:)
7).Bin Muhteşem Güneş
8)Uçurtma Avcısı:Kardeşliği öğrendiğim bir kitaptı.
Mimlenenler:
Tırsak Külkedisi
MeLLy
Kibritci kız
ysm.
Severim Deliyi
Mia
Bir ince Ses

19 Haziran 2011 Pazar

Miriiibaaa Ben Ancelik

Şuan gönderme seçeneğinin yeni kayıt bölümündeyim boş sayfayı dolduracak o kadar çok şeyim var ki! Ama kelime hazinemdeki bütün her şeyi çalmışlar gibi.Dımdızlak kalmışım.Aval aval bakıyorum 's' yazıp siliyorum.'Selam ben salak ancelik!Hayattayım bilin yani' yaza bilsem kendimi 3 ciltlik dünya klasiği yazmış bir yazar sanıp önümde eğileceğim ama yok!Neyse ki titredim ve kendime geldim,"komşu kadının oğlu bilem komposizyon yazabiliyosa ben neden bloguma 3 satırcık bişey yazamayım"dedim.Nasıl iyi demiş miyim?
(Bu satırda okumayı kesenlere iyi günler diliyorum)

Şimdi diyeceksiniz ki 'yine feysten sıkıldın döndün dimi evine?' aman sakın böyle deyipte günahınız azmış gibi benimkileride yüklenmeyin.Feys benim kumam bile olmaz bundan sonra biz onunla beraberliğimizi çoktan gömdük toprağın altına.Ben geçen gün deştim toprağı "huhuuu kimse yok mu"dedim toprak parçasını oldığı gibi geri kapattı kendini oraya.
Neden böyle diyorum?
Mark Zuckerberg'in kurmuş olduğu Facebook ile tarihçem:
Evet efennim her şey o gün başlamıştı...Canım öylesine sıkılıyordu ki"herkesin feysi var neden benim feysim yok"diyerek feys dolusu isyana başladım.Sonra kaydol bölümünden ön kaydımı yaptırdım.Düzenlemeler resimlerim her şey tamam.Arkadaş listem 0 ile başlayıp 333 ile rekoruna imza attı.Resimlerim 0 beğeni ile başlayıp ancak 2 ye ulaşarak rekorunu kırdı (!)

Facebook benim üvey annem gibi oldu kurduğumdan bu yana.Hep ters gitti,dövmediği kaldı artık öyle söyleyeyim size ben.Ekleyenlerin hepsi arayış içerisinde olan ergen kesim.Kıro kıro yorumlar.Beni aştı anlayacağınız.Bir de feyse girdiğim her dakika ne kadar ezik bir kız olduğumu anlıyorum sanki bilmiyormuşum gibi yüzüme vuruyor durmadan.Resmine bakıp "ay ne hoş amk.La böyle bi sevgilim olsss..."diyorum onca ortak arkadaşım var ama yok eklemiyor.Ekleyen ben oluyorum 2 saat sonra "sen kimsin?"mesajı geliyor cevap veremiyorum bir 2 saat daha geçince resimlerine bakmak için profilini arıyorum silmiş şerefsiz!yanlış anlamayın  aman!Yollu falan değilim veya sadece erkek yok feysimde bu arada sırada-nadir olan ama canımı çok yakan bir mesele olduğu için söyleme gereğinde bulundum.

Hiç bir zaman kendimi bişey sanmamışımdır.En iyi şeyi yaptığımda bile içimden "kendini bişii sanma sanma sanma..."der dururum bu çok kötü birşey farkındayım.Bir kere havalansam da herkesin bana yapıştırdığı "havalı" damgasının hakkını verip altına imzemi atsam!ama yok annem beni öyle yetiştirmemiş.Elimden ekmeğimi alsalar yine birşey diyemem.


Emin olun gerçek yaşantımda 3 kişi bilemediniz 5 kişiyi çok seviyorumdur,benim için özel bir yere sahiptirler.Tabi beni sevende bu sayıyı aşmaz.Yani bu sanal dünyada beni seven daha fazladır hayran olan yine hiç yoktur da neyse.İç sesim durmuş"kendine haksızlık etme"diyor.Gerçekler böyle bir şey işte insanın canını yakıyor.Belki kimliğimi açıklasam bu kadar sevilmem nedersiniz?Bunu durup dururken söylemiyorum Ancelik diye bir feys açtım neredeyse 10 kişi gerçek kimliğini açıklasan ne olur gibi şeyler söylediler.Sadece 2 kişi beni tanıyor bunlardan birisi yakın arkadaşım sindirella diğeride burda tanıştığım Cem abi.Burada tanışıp hobbaaa hadi ekleşelim demedik tabi,o beni bulmuş öyle diyeyim size:)
İşte böyle. 

Aaa unutuyordum ben yokken bana mimler gelmiş.Onları yanıtlamayı inanın çok istiyorum ama benim salak kafam kaldırmıyor bazı şeyleri unutuverdim kim beni nerde mimlediğini.İsterseniz yeni gelen mimlerden başlayayım.Yok yorulmam yorum yerine "anciii ben seni şurda mimlediyidm bdhhgjs"yazabilirim diyorsanız buyrun yazın.Ben hiç tembellik etmeden harıl harıl mimlerinize cevap veririm.

Hadi ponçiğim benden bu kadar  ♥  ♥  ♥

4 Haziran 2011 Cumartesi

Bir Ancelik Klasiği

Anne odaya girme ders çalışıyorum,kafam dağılıyor.
Yarın yazılım var zaten!

27 Mayıs 2011 Cuma

Merhaba Dünya Ben Geldim!

Hayat çok garip.
Hiç tanımadıklarınız mutluluğunuza ortak olurken sevdikleriniz yanınızda bile olmuyorlar.

Bugün heyecanla yatağımdan kalktım aynaya baktım ve kocaman sırıttım.
Bugün hayatımın en unutulmaz günü olabilirdi.Sevdiklerimle güzel bir gün.
Ailemle güzel bir gün.
Aslında doğum günüm böyle okulun olduğu bir zamana denk gelmeseydi tam süper olacaktı.
Mesela cumartesi ve ya pazar olsaydı,
Arkadaşlarımla bol eğlenceli bir gün geçirseydim.
Ama bunların hiç biri olmadı.
Umduğumdan fazlasını bir kenara atın umduğumdan azını bile alamadım bugün.

Kuru kutlamalar,sahte gülümsemeler,mecburi mütevazilikler...
Annemin pastası ,babamın umursamayışı, ablamın espirileri,korku filmleri ve telefonun başında öylece beklemek...Günüm bundan ibaret.
10 yıllık arkadaşımdan bir mesaj "doğum gününü kutlarım"
Facede 30 kişi duvarıma tebrik mesajları yollamış.
Abim?O şuan beni hatırlıyor mudur acaba?
Ya diğerleri...

Bir gözüm facede bir kulağım telefonda bekliyorum hala.
Ümitliyim.
Belki geçen seneki gibi olur,
Her şey son anda gerçekleşir herkes suratsız maskelerini çıkartır,umduğumun fazlası olur.

Hiç sanmıyorum.
Bugün çok değerli olduğumu anlamak yerine aslında işe yaramaz biri olduğumu farketmek ne acı.
Ama hala bekliyorum.
Biliyorum birileri hala beni seviyor.

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Mim

Mim Konusu: Eğer bir zaman tüneli olsaydı -geçmişten ya da gelecekten- hangi zamana gitmeyi, kimi, hangi olayı görmek isterdiniz?
Sevgili €lf Mimlemiş,teşekkür ederim ona.
Bunu birkaç yazımda söylemiştim ben bu dönemin insanı olduğumu düşünmüyorum sadece ayak uydurmaya çalışıyorum hepsi bu.Daha farklı bir mekanda daha farklı bir çağda olsam daha iyi işler yapabilirdim belki de.

Zaman tünelinde iki seçeneğim olsa geçmiş-gelecek ben kesinlikle geçmişte bir yerlere giderdim.Tabi bu yaşadığım olaylara geri dönmek anlamında değil çok eskiye daha da eskiye bir yerlere...

Mesela akıl çağının başladığı zamanlarda,her şeyin deneye gözleme dayandırıldığı zamanda olmak ve bende bu akımın içinde yer almak isterdim.
                                                             ***
Mütevazi bir hayat süren ailenin ferdi olmak,giysi dolabımda değişik değişik elbiselerimin(kabarık olanlardan)olmasını isterdim.
Matbaanın yeni yeni geliştiği dönemlerde masal kitapları yazmak isterdim,resimlerini kendim çizdiğim,şirin-sevimli birer masal kitabı.Şimdi de hayallerimden birisidir bu benim.
Kendimi geliştirip çok tanınan,okuyan,bilen bir kimse olmayı çok isterdim.
                                                            ***
Titanik gemisinde yolculuk yapmak,orda hayatımın aşkıyla tanışmak isterdim ve tabi mutlu mesut yaşamak.
                                                           ***
Belki bir terzi olmak isterdim,fransada minik bir terzi dükkanım olsun kendimce elbiseler dikeyim upuzun kabarık kurdeleli rengarenk...Ve yada küçük bir kitapçı dükkanım olsun 2 bölüme ayrılsın birinde çocuklara masal okuyayım diğerinde kitap satayım...
                                                          ***
Mozartın konserine gitmek isterdim.Einstein'i görmek isterdim.Hollywood yıldızlarını görmek isterdim.Dünyaca tanınmış tüm yazarları tanımak ve onlarla uzunca sohbetler etmek isterdim.
                                                         ***
Ateşin nasıl bulunduğunu görmeyi çok isterdim.Einstein'in dil çıkarmış resminde bende olmak isterdim veya ben çekmek isterdim.Değişik buluşlara imza atmak,tarih kitaplarına geçmek isterdim.Cumhuriyetin ilan edilişini görmek isterdim.

Mimcikler: Melly,Bir ince ses,JG,Bahanur,Gürhan Gülez,Zeynep Şeker

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Saçmalarken hiç çekilmiyorsun be Ancelik!

 Tatlı mıyım?
 Bence çok uyuzum.
Aslında biraz dişleğim,
 Biraz utangaç,
Biraz minik dudaklı,
Biraz kepçe kulaklı
Kendini bir şey sanan aslında hiçbir şey olmayan
Güzellik namına hiçbirşey barındırmayan,umrunda da olmayan biriyim mi?
Aaa!unutuyorduk!Biraz da çilliyim,biraz mı?
Atayım mı kendimi?
Çok çilliyim ben, çillerim arpa şehriyesine benziyor.
Arkadaşlarım kulaklarımın antene benzediğini söylüyor,heryerde çekebilirmiş.Oh ne güzel!
Burnum?Onu seviyorum aslında ben ki.
Dişlerimin çarpık olduğunu söyledikleride oluyor.
Dudaklarım minikmiş ama boyuna uzunmuş dolgunmuş.İyi bir şey mi acaba?Hiç sanmıyorum.
Ellerim minnacıkmış hep soğukmuş,kansızlıktan mı?Olabilir.
Kaşlarımı görenin aklına Beren Saat geliyor.Neden?Ona benzediğindendir belki.
Tamam
şimdi bana kusursuz birini gösterin!
Bana bakmayın,ben değilim.
İnsan bazen böyle kendiyle dalga geçmeli.
nedersiniz?
Günün Acelik'i

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Bizim köye de internet gelecek!







taner:)


Bizim köye de internet gelcek,facede ekle beni.



Köyden sevgilerle:)

12 Mayıs 2011 Perşembe

Gülücüklü Veda

Bloguma şöyle bir baktım.
Yazılarıma şöyle bir baktım.(silinmemiş yazılarıma.)
İzleyicilerime şöyle bir baktım.
Son yazıma şöyle bir baktım.
         ''''''
Blogumda bir şey göremedim.(iyi anlamda)
Yazılarımda kendimi tekrarladığımı gördüm.
İzleyicilerimin çoğaldığını gördüm.
Son yazımın diğerlerinden farklı olmadığını gördüm.

Ben bunu  ne kendime  nede size yapabilirim.
Her zaman kendimi tekrarladığımı gördüğüm yazılarımla mutlu olmam.
Çoğalan izleyicilerimin boşa vakit geçirmelerine izin veremem.

İznizle;
 ben biraz gidip hava alayım.
Kendimle baş başa kalayım.
Kendime yeni şeyler katarak yepyeni bir Ancelik olarak belireyim bu minik dünyamda.
Bu hem bana iyi gelecek hemde siz okuyucularıma.
1 hafta bilemediniz 2 hafta sadece yorumlara bakmaya gelir cevap verir giderim.
(2 haftamı yuh!kızım sen buraya bişi yazmamaya dayan ben iç sesin adımı değiştircem valla!!!)
Mutlu muyum bunu yapmaktan?
Aslında evet sizi sıkmamak en doğrusu.
Güzel yazılarımla sıkmak en güzeli:)
Sizi sevdiğimi bilin.Buruya bol bol gülücük yükledim ihtiyacınız olduğunda buyrun çekinmeyin girin.
Kendi blogunuz gibi.

                                                                      -AnceLik-

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Tanrı Ve Şeytan

Ben daha çok küçükken oturduğumuz yerde ihtiyar bir amca vardı.Bahçeli bir evde oturuyordu onun evinin önünde maç oynayan çocukların kaçan toplarını kesmek en büyük zevkiydi.O çevre onu hep 'beşikçi'olarak tanırdı.Neden bilmiyorum,belkide önceden beşik falan yapıyor olabilir çünkü evinin tam yanında marangoz dükkanı gibi küçük bir yer vardı.

Benim o zaman kafam çok karışıktı.Tek derdim Tanrıyla şeytanı barıştırmaktı.Her gece yatmadan onlarla pazarlık yapıyordum.Kimse cevap vermiyordu ben de kendim uyduruyor barıştıramayıncada ağlıyordum.Neyse anneannem o zaman beni bu amcaya ders almaya yollamaya çalışıyordu ama ben gitmiyordum.Adam topları keserken arada beni de keser diye korkuyordum.Bu amcanın matematiği çok süpermiş emekli matematik öğretmeniymiş.Dini yönüde çok kuvvetliymiş.Anneannem tutturdu ille git hem matematik öğrenirsin hem de iki sure...Ben diyorum gitmem o diyor git...Neyse düşündüm taşındım Hem şu matematiğimi düzeltir hem de Tanrıya yaranmak için iki sure öğrenirim böylece beni sever belkide şeytanla barışır diye karar aldım.

El sürülmemiş zambak matematik kitabımı aldım anneannemle birlikte gittik adamın evine adam somurtuk bir yüzle aldı bizi içeri,sonra anneannem bıraktı beni gitti.Herşey çok güzel gidiyordu amca anlattı bana matematiğin pratik yollarını falan.Sonra gece yatarken korkmemek için edilecek duaları öğretti.Sormak istediğin birşey var mı yavrum diye sordu.
Ben de amcaya Şeytanla Tanrıyı barıştırma girişimimden bahsettim bahsetmez olaydım.Adamın içinden 99999 atlı sürüsü çıktı sanki.Nasıl bağrıyor sen nasıl konuşuyorsun?senin baban kim?Tanrıdan iyi mi bilcen sen?küçücük bacağıyla geçmiş benimle dalga geçyor!Demeğe başladı o arada bir topta pıt bahçeye girdi amca aldı bıçağı fırladı bahçeye bende bundan istifade koştum eve.Anneanneme anlatmadım olanları tabi.Ama akşam eve geldi amca,beni bir güzel azarladı şikayet etti.

Halbuki ben iyi niyetliydim.Amcada beni destekler diye düşünmüştüm.Hatta facebookta bir sayfa kurarız ,taksimde toplanırız der sanmıştım.O günden beri artık bu girişimime bir son vermek durumunda kaldım.
Eminim sizde küçükken böyle şeylere çok kafa yormuşsunuzdur.

5 Mayıs 2011 Perşembe

Tutku

Aradan daha 2-3 saat geçmeden yeni bir yazı daha.Kendimi tutamıyorum,bir şeyler yazasım var.Yazma açlığının bana geri dönmesinden çok mutluyum.

Sizde de oluyor mu bilmiyorum.Benim dilime her gün bir kelime takılıveriyor.Bazen çok mantıklı kelimeler,kafa yorabileceğim,bazense saçma sapan kelimeler...Bu kelimeler bütün düşlerimi kaplıyor sanki.Biraz yüzsüz oluyorlar sanırım,kovsan gitmiyorlar,unutsan unutulmuyor.Ne kadar inatçılar böyle!
Şikayetçi de değilim zaten.Kelimeleri severim ben.Misafir olmuş madem ki bana da tadını çıkarmak kalır öyle değil mi?

Bu günkü konuğum olan kelime'tutku-aşk-istek'ne derseniz deyin.Ah ne güzel kelimeler bunlar.Ne şekerler,ağzımda fresh bir tat bıraktılar,bütün her şeyden arındırdılar.Şimdi bu konuğu sıkmamalıyız değil mi?

Açık havaya çıkarmalı nefes aldırmalı,gece dolunayı seyrettirmeli,denizde dolaştırmalı sesine sessizlik rengine yakomaz katmalı..Sonra balık-ekmek yemeğe götürmeli,onu mutlu etmeli!

Bu gün hastayım ya malum,yatakta çok düşünecek şeyim oldu.Bende dilimde belirmi bu kelimelerin üzerine gitmekle oyaladım kendimi.Eğlendim,eğlendirdim.
Sordum kendime:"Benim tutkuyla bağlandığım şeyler neler mesela?"Cevap mı?Aslında sadece beni yazı yazmaya susatan 'edebiyat',sanat,(dış etkenlerden olsa gerek)sağlam bir iş!Hepsi bu kadar işte.Dünyevi hiçbir şeyde gözüm yok benim.Mal-mülk?Para?Servet?Bunların hepsi benim dünyama yabancı sözcükler.Babasının paraya adeta aşık olduğu bir kızda bunlardan eser yok işte,ne garip!Birde genler derler.Nerdeler?
Benim yaşamım yalın-sade-düz kelimeleri açıklayabilir ancak.

"Daha değişik değişik tutkularla bezenseymişte ruhun daha güzel cıvıl cıvıl canlı bir hayatın olsaymış fena mı?"diye bana akıl vermeye kalkanlara cevabım "aman eksik olsun!".
Dünyada bir şey isteyince arkası gelmiyor.Ve sonu gelmez istekler yığını olup çıkıyor hayat."Bir parmak balın ucunda öldürücü aacılar saklı..."diyor ya yazar,bence haklı.Belkide bununla kendim kandırıyorum,bazı şeylerin arkasına sığınıyorum,tembelliğe vuruyorum kim bilebilir?

Ama her zaman sımsıkı tutkuları olan insanları hayranlıkla seyretmişimdir.Olmayacağını bilir ama ona öyle bir tutunmuştur ki kimse vazgeçiremez onu!Ben öyle olamadığım için belki  böyle insanlar bana değişik(iyi anlamda)gelir.
Her insanın mutlaka tutunacak,aşık olduğu bir tutkusu olmalı diye düşünüyorum.Bir amacı olmayan bir tutkusu olmayan insandan ne bekleyebilirsiniz ki?Bundandır ki "tutku ile aşk büyük işlerin kanıtıdır"sözüne bayılırım.Bu sözde anlatılmak istenen git dünyayı fethet değildir yanlış anlamayın!Bir düşün peşine koşup giden sonra güzel işlere imza atan insanlar mesela...Tüm dünyaya da duyurmasına gerek yok.Kendi için en büyük işi yapan insan mesela!

"Tutku evrensel insanlıktır.Onsuz din,dil,tarih,sanat olmaz."Demiş ya Balzac.Ne güzel de demiş ağzına sağlık.

Geğirik Partisi


Çok alışıla gelmiş bir şeyden bahsetmiyeceğim size.Bizim okulda her günümüz bir partiyle geçiyor.
*Ağlama partisi
*Mallaşma partisi
*Ders çalışmama partisi
 ve
*Geğirik partisi.
Nedir bu geğirik partisi diye sorarsanız?
Aslında bizde tam anlamakdık ne yaptığımızı anladık ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyduğumuzu idrak edemedik.
Şimdi şöyle oluyor.Biz birilerine sinirleniyoruz ve ya hiç birşey olmuyor öylesine bir kantine inelim diyoruz.Kola gözümüze çarpıyor ve alıyoruz.Her alışımızda;
"Bu son taam mı?"(bu benim)
"Taam hacı.zaten ben tövbe ettim!"(angel milker)
"Lan nasıl direniyonuz bu velete"(çalı kız)
"ya bu selülüt yapıyomuş,annem kızıyoooo:("(bu da ben)
"iyi beaa alıyosanız alın"(sindirella)
Gibi salakça muhabbetin ardından alıyoruz kolalarımızı geçiyoruz masanın birine.Herşey bir an için  normalmiş gibi gözüksede aslında hiç birşeyin normal olduğu falan yok!
Bu partide geğirmek serbest içinden geldiği gibi davranmak serbest.Sınırlama yok yani.Kolayı dikleyenin otomatik olarak bir geğiriği geliyor.Yanındakine "Gel kulağına bişi diğcemm"diyor ve bommm.
Bunu her yazılıdansonra mutlaka yapıyoruz tabi fazla iğrençleşmeden.
Adının geldiği yer geğirme içerikli olduğundan değil.
Sınıfta kızlar bu gün parti yapacağız kolaları alın dediğim de bir erkek çıktı ve
"o ne lan geğirceniz mi?bide kız olcağnız"dedi.
Sindirella da:
"heee evet geğirik partisi var gelccen mi?"diye sorunca.
İsimde burdan türedi anlıyacağınız.
"çok iğrençsizniz"dediğinizi duyar gibiyim...Aslında sandığınız gibi değil!Açıklayabilirim.

 şimdi gel kulağına bişii diğcem                                                         

-saçma ancelik-
önemli bir not:Bu gün çok hastayım okula gitmedim,hasta olduğumdan bu kadar çok saçmalamış olabilirim.Tamam şimdi oldu.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Dikkat.Mim içerir!

mia,  ZoPPa  ve deep beni mimlemişler.Onlara öncelikle çok teşekkür ederim.

Mimin konusu:Blog açma hikayeniz? Buralara yolunuz nasıl düştü ve neler hissediyorsunuz? Bi anlatın bakalım..
Benim çok ilginç bir hikayem yok aslında.Blogspotu ilk defa ablamdan öğrenmiştim.Onun yazılarını okuyup vakit geçiriyordum sadece.Biraz da minnaktım.Birde o zamanlar izleyici yeri de yoktu,temalar sınırlıydı yani bukadar gelişmemişti blog işi.Ablam bu işe çok önceden başlamıştı anlıyacağınız,sonra ben de bir blog açayım dedim aklımdan geçenleri oraya dökerim belki benim bu güzel aklımı keşfederler kısa yoldan iş bulurum falan diye başlamıştım yaşım küçüktü o zamanlar,yazdıklarım bana çok akıllıca ve harika görünüyordu.Ama ablamdan başkası gelip ziyaret etmiyordu.Bende sinirlendim yazmamaya karar verdim.Ama o blog hala duruyor valla bazen yazdıklarıma gülüp "ne kadar safmışım lan!"diyorum.
Neyse.Geçen yaz facebookumu kapattım kendimi bir boşlukta hissettim baktım ablam yine bişeyler yazıyor bloga,bir başlayayım dedim sonra yine vazgeçtim.Blogger olarak tek Lazanya'yı tanıyordum ve okuyordum.Sonra kararımı verdim ama bu sefer o küçük beynime güvenip bu işe girmedim.İzleyicim olsada olmasada yazacaktım.Bir baktım ki!İzleyenim oldu bu beni sevindirmedi değil(hatta çıldırttı hatta ve hatta biyerlerim havaya kalktı.)
Sonra Deeple tanıştım sonra Hazal,Mia,Cem,Bir ince ses,MeLLy,Lazi...Hepsini,hepinizi çok sevdim.Bu blog bağımlılık yaptı resmen.
Burda olmaktan mutluyum!


Deep, Negzel, Juli beni mimlemişler.Hepsine teşekkür ediyorum.

Mimin konusu:Her seferinde izlemekten zevk aldığınız, vazgeçemediğiniz Yeşilçam yapıtı hangisidir?
Aslında mimin konusu çok güzel ama seçim yapmak çok zor.Bir kere şunu belirtmek istiyorum.Ben ileri derece yeşilçam hastasıyım,sadece yeşilçam değil ben eskilere aşığım.Yani aslında ben bu dönemin kızı değilim yanlış bir zaman diliminde doğmuşum ben.Daha eski zamanlarda yaşasaymışım vatana millete hayırlı bir vatandaş anneme babamada evlat olurmuşum(ama nerdeee?).Neyse doğmuşum bir kere artık geri dönüşü yok.Eğer cennete falan gidersem orda öyle yaşamayı planlıyorum.

Annemle Tarık Akan'nın hangi filmini izlesek "ahhh böyle bir damadım olsaa..."der durur (Aslında hiç tipim değil).Ben omuz silkerim sadece.
İlk önce sanırım sizlere 'Ah nerede'filmini söyleyebilirim.Kesinlikle bıkmadan izlediğim bir filmdir.Artık konuşmaları ezberledim(onlardan daha iyi konuşup oynyabilirim falan).Gülşen Bubikoğlu'nun o çiçekler arasındaki sahneye vuruldum zaten,çok güzel bir görüntü kesinlikle.Hele o kız kardeşler!O filmi izlerken en çok onlara gülmüşümdür çok saflar ya valla.
Bir de romantik bir sahne olarak Tarık Akan'nın kızın evinin önündeki andır.Zaten o dönemde başlayan bu davranış artık erkeklerin sevgililerini küstürdüklerinde başvurdukları yollardan birisi olmuştur.Ve tabi kızlarında buna hayır diyeceklerini sanmıyorum.Gerçi bizim zamanızmızda aşklarda bozulduğu gibi romantizim anlayışıda tam anlamıyla değişti ya neyse.Ben bunları anlatırken aklıma Digiturk'ün reklemı geldi'ahh o ne evlilik teklifleri gördü...' falan filan.Birde yeşil çamın kesinlikle mutlu sonla bitmesine bayılıyorum.Ohh herkes mutlu huzurlu.

Mavi boncuk filmine bayılıyorum.Film bittiğimde ağzıma o güzel şarkısı takılı verir "Şu dünyada sevgi büyük ihtiyaç,Herkes sevmeye sevilmeye muhtaç..."gün boyu.Belkide şarkısına vurulduğum için sevmişimdir bu filmi bilmiyorum.
Birde Ayşegül var ya hani bıcır bişey,babası hapiste kardeşine o bakıyor sokaklarda şarkı söylüyor.O filmlerde hoşuma giderdi.Beyin yormayan sadece eğlenceli.He birde 'Hababam Sınıfı' evde tek izleyen benim bizim aile pek izlemiyor o filmi ve ya artık bıkmışlar bilemiyorum.ama ben seviyorum.
Benim liste böyle uzayıp gidiyor işte.
Mimlenenler:
Bendiss
marla
sindireLLa
modafobik
sıfır santigrat
Nameless

30 Nisan 2011 Cumartesi

KORE SEVGİSİ

    Bundan size daha önce bahsetmedim sanırım,belki sildiğim yazılarımda değinmiş olabilirim bu konuya.Biz ailecek severiz bu sevimli insanları benim için 'hık'tabiriyle birebir örtüşmesede hıklığı hak eden insanlar.Mesela annem filmlerini çok sever korelilerin,alt yazıyı okumaz(kaçırır hep)insanlara bakar öylece.

Bu sevgi bize nerden geldi bilmiyoruz,daha çözemedik ama güzel bir duygu.Küçükken 23 Nisanda evimize koreli misafir edelim diye az yalvarmamıştım anneme.İzin verilmemiştir hiç bir zaman.Bence bu benim hayatımda büyük bir eksiklik.Her çocuk 23 Nisanda bir arkadaş evine davet etmeli,hem sosyal açıdan hem başka yönlerden çok yararlı diye düşünüyorum.
Anneler babalar duyun sesimi!
ps:hık deyimine daha sonra değineceğim.
''''''

Cyrano Agency
Bu filme aşık oldum lan.
Yapım:
2010 ~ GüneyKore




  • Tür:
    Komedi,  Romantik






  • Yönetmen:
    Hyeon-seok Kim





  • Oyuncular:

  • Park shin hye,  Uhm Tae Woong,  Lee Min Jeong,  Sin-hye Park,  Cheol-min Park,  Daniel Choi,  Tae-woong Eom,  Hyeon-kyeong Ryu,  Mi-so Lee,  Min-jung Lee,  Sae-beauk Song.
    • Süre: 115 Dk
    • Bir kaç tiyatro aşığının sevdikleri sahnelerine kavuşmak için paraya ihtiyaçları vardır.Para kazanmanın yolu da onlar için çöpçatanlıktan geçmektedir.Her şey yolunda giderken bir müşteri çıkagelir .Ve grubun lideri için hiçte kolay olmayacak bir işe evet demek zorunda kalırlar.
    • Sizeyorum:Film ilk dakikalardan itibaren izleyiciye ilerleyen dakikalarda nasıl keyifli bir film izleyeceğinin sinyallerini veriyor.Senaryosunun ilginçliği yanında bu film şirin çekik gözlü arkadaşlar sayesinde son saniyesine kadar gülümsetiyor.Filmin yarısında sonunu tahmin ettiğinizi düşünüyorsunuz ama senarist sizin gibi düşünmüyor Filmin müzikleri ise gayet güzel seçilmiş.Özellikle Agnes BALTSA şarkısının çaldığı sahneler oldukça romantikti.Ailecek izleyebileceğiniz keyifli bir film.İyi Seyirler…

    27 Nisan 2011 Çarşamba

    Daldan Dala.Hoş geldin Bahar!Seni Bekliyoruz Yaz.

    Küçük şeylerden mutlu olmak becerdiğim pek az şeylerden birisi de budur benim.Birinin beni uçurmasına pahalı hediyeler vermesine her zaman iltifat etmesine gerek yok ki. Mutlu olmam için küçük bir tebessüm yeter bana.Aslında yazacağım şeylerin bununla bir ilgisi yok ama söylemek istedim sadece.

    Okuldayken,yatarken,gezerken,hayal kurmadan önce "bloguma şunu yazsam sonra şunu da yazarım ayy evet evet bu da vardı.ay bak bunu unutmuştum!"gibi şeyler düşünüyorum ve tabiki aslında hayatımda ne kadar çok olay olduğunu fark ediyorum.Gelgelelim "bunu yazıya dök ancelik,hadi bakalım kolay gelsinn"dediğinde iç sesim, dilim tutluyor ah pardon parmaklarım tutuluyor.Yazamıyorum yazma güçlüğü çekiyorum adeta.Geçen hoca bir komposizyon yazmamızı söyledi herkes bitirdi ben sonunu bile toparlayamadım hocaya okuduğumda üzerinden 1 hafta geçmişti.Beğendi ama onun dediği an yazamadığım için  endişelendim.Bana kalem kağıt verilse binlerce sayfa yazı yazabilirdim önceleri şimdiyse tutuluyorum.Hele önceleri baharın gelmesiyle yazılarıma da baharın kokusu sinerdi, rahatlatırdı okuyanları.Hocam kendimi geliştirmem için her gün bir şeyler karalamam gerektiğini söyledi.Karalıyorum ama saçmalıyorum sadece.
    Eniştem bir yazımı dergiye göndermiş dergi çok olumlu yanıtlarla geri dönmüş enişteme devamlı yazabileceğimi söylemişler.İlk önce derginin sahibi eniştemin arkadaşı olduğundan beni kırmamak için böyle bir şey söylediğini düşündüm sonradan ısrar ettiklerini ve gerçekten istediklerini görünce heyecanlandım.Her gün yazılar yazıyordum ve şiirler.Kendimi geliştirip bir yerlere gelmem için iyi bir fırsat olduğunu düşünmüştüm.Sonrasında körelmiş gibi hissettim kendimi, yazılarımda hep kendimi tekrar ettiğimi fark ettim.Büyük bir umutsuzluğa düşmemek imkansızdı.Bu işi beceremediğimi gördüm yazılarımdan tiksindim adeta.Ve hepsini yırtıp pencereden aşağı fırlattım.Sonra çok pişman olsamda gitmişlerdi bir kere.O günden beri elime kalem kağıt almadım.Test kitaplarına bile bir şeyler karalamadım.Ta ki hocanın verdiği ödeve kadar.Hele öğretmenler odasında konuşulmak beni son derece mutlu etti ve kendime bu konuda biraz daha güvenmeye başladım.Eski bir öğretmenime feysten mesaj olarak bazı yazılarımı onun yoğun isteğiyle gönderiyorum ve verdiği tepkiler muhteşem oluyor.

    Birkaç gün öncesine kadar artık blog bile yazmamayı düşündüm.Boş yere bu güzel sayfayı kirletemezdim kimsenin vaktini yazdığım salak yazılarla çalamazdım.Sonra bira düşündüm aileme baktım öğretmenlerime çevreme...hepsi benden gerçekten bir şeyler bekliyorlar ve bu duyguları içten.Bende kararımı değiştirdim.Saçmada olsa yazacağım,rahatlamak için yine yazacağım.

    Malumunuz bahar,kuşlar, böcekler cıvıl cıvıl her yer her şey.Sadece sinir bozucu olan ne biliyor musunuz?Okula gittiğim yolun tam ortasında ölmüş bir kurbağa var ve kimse buna aldırış etmiyor ben korkmasam alıp kenara koyacağım ama tırıtırım tırsıyorum.Gözümü kapatıp geçiyorum o yoldan.
    Yine daldan dala atladım sanırım.Ben baharı anlatacaktım sizlere aslında.
    Kış tortularını bıraktı geride şeffaf bir ahenk var etrafta ve ben bunu çok seviyorum.Giysiler yavaş yavaş değişiyor bir mevsimden çıkıp başkasına girmenin tadı,değişen giysilerde olmalı,kabuğunu terk etmiş bir sürüngen gibi,yeni bir yaşama geçmekte...Giysiler ise uzun bekleyişlerin ardından kokusunu unuttuğu bedenleri sarar hasretle...
    etraftaki insanlar daha pozitifler daha içtenlikle gülümsüyorlar karşılarındaki kişilere ve gelen yaza hazırsız yakalanmamak için çalışıyorlar var güçleriyle.
    Yağmur ise unutulmuş bir tanıdık gibi çıkageliyor habersiz,yokluyor bizi...İnsan gün ışığı,deniz,gece,yıldılar;çalı çırpı,böğürtlen,uzayıp giden zeytinliklerin her şeyin tadını tekrar hatırlıyor.Güneşin o güzelliğini bile.Ahh güzel yaz keşifler ırmağı uzayıp giden...Mavi ve yeşilin muhteşem uyumu yine büyüler bizi.Yüklenir ağaçlar yine o güzel meyvelerini.Bence yazın dili meyvedir.Rengarenk çeşit çeşit ve güzel kokulu.
    Hayvanları otlatmaya giden çobanın daralıp gölgelik araması ve bir ağacın dibine uzanıp masmavi göğe bakması,Şehirdeki gençlerin alışverişten ve sıcaktan daraldığı an serin bir yelere kurulup dondurma yalamaları,Yaşlı dedelerin ninelerin başıma güneş geçer tansiyonum yükselir diye dışarı çıkamayıp öyle gelen geçeni izlemeleri,annelerin oyun oynarken sırılsıklam olan çocuklarına soğuk su içmemeleri için verdikleri mücadele...hepsi yazın habercisi,tadı,soluğu...Havada toz zerrecikleri,küme küme sinekler arayış içinde,kulaklarında çınlayan derin sessizlik.Kuşların muhteşem melodili sesiyle dinlenirsin başka yerlere dalıp gidersin önüne bir kozalak takılır ürpersin ne kadarda özlemişsindir ürkmeyi!Yoluna devam edersin muhteşem çiçek kokularıyla zaman yolculuğunda hissedersin kendini,senin için her kokunun ayrı bir anısı vardır.Oralardan çıkar kurtulursun eline bir kelebek konar,sahipsiz...Ürkütmemek için kıpırdamazsın,acırsın ona!bu güzelliğin 1 günlük ömrü olduğuna...Karnın acıkır koparıp yemek istersin bir meyveden ama gönlün el vermez kıyamazsın ki onlara...Eve kadar dayanırsın.
    Bence yaz böyle bir şeydir.Ah güzel baharda bunların habercisi...

    Benden size bir de şarkı hediye olsun;

    23 Nisan 2011 Cumartesi

    BUGÜN

     sabaha bir mesaj sesiyle başladım.Beni heyecanlandıran,tatlı bir mesajdı bu 'günaydın mesajı'.Kalktığımda yatağımda tek olmadığımı fark ettim, ince bir ışık bana sokulmuş öylece duruyordu.Perdeyi açtığımda güneş artık tamamen benimdi.Camı açtım ve derin bir nefes aldım.Kimse uyandırmadan duşa girdim kendimi ılık suyun akışına bıraktım.Duştan çıktığımda yatağıma attım kendimi, mis gibi bahar kokusu vardı etrafta...
    Hiç bir şey düşünmeme izni verdim kendime bu rahatlığın tadı muhteşemdi.Bir daha ne zaman böyle bir duyguyla baş başa kalırım bilmiyorum o yüzden tadını çıkardım.

    Mutfaktan enfes kokuların geldiğini fark edip üstümü giyindim annem çeşit çeşit şeyler yapmıştı. Hepsinden bir daha göremeyecekmişim gibi yedim.Öylesine güzeldiler ki!Annemle bu güzelliği daha da zenginleştirmek adına türk kahvesi yaptık balkona geçtik kahvemizi fındık ezmesiyle birlikte yudumladık.

    Zilin çalmasıyla bahar sarhoşluğuna ve tembelliğine biraz ara vermek zorunda kaldık babamda eve gelince hep birlikte kaldığımız yerden devam ettik bu sefer babamın 23 nisanda olanları anlatması eklendi tatlı sohbetimize...

    Güldüğüm ve bir o kadarda üzüldüğüm bir şey anlattı babam bize.23 Nisanda görevli bir ana sınıfı öğrencisinin oyunu sergilerken giydiği pantolonu düşmüş çocuk hem ağlamış gözleri annesini aramış hem de oyununa devam etmiş.Öğretmenin onu kucağına almasıyla sonlanmış gösteri...
    Artık onun için  hiç aklından çıkmayacağı bir 23 Nisan olmuştur  ve tabi izleyenlerin.

    Balkon sefası yaparken hava soğumaya ve karanlıklaşmaya başladı birazda olsa bahar o bıdık yüzünü gösterdi bize.
    Ama içimi kaplayan başka bir huzursuzluk vardı.Ne havadandı bu huzursuzluk ne de sınavlardandı.2 hafta önce önce olan bir olayın bende bıraktığı izdi bu sevimsiz duygu.
    İnsan nefret ettiğiyle mi çok küser yoksa çok sevdiğiyle mi?bilmiyorum.Ben hiç kin tutamam hayatımda yapmak isteyip te bir türlü beceremediğim şeydir bu.Bu yüzden hep bazı şeylere boyun eğmek zorunda kalmışımdır.Birine öfkelenirim 3 saat sürer öfkem sonra ondan bir adım beklerim ama o kişi benim beceremediğim şeyi becerir işte.Tutar kendini susar konuşmaz.Çok sever belki ama belli etmez.
    Bir tebessüm etse koşar giderim biliyorum ama olmaz.Öfkelendiğim şey çok küçüktür ama büyük bir  kine neden olur ve olayların büyümesine.
    Bunların hepside sana huzursuzluk olarak geri döner.
    İşte bugün aslında bir yerim eksikti.Bugün benim için cumartesi değildi.
    Çünkü ben bugün birinin koluna girip filmcide soluğu almadım.
    Çünkü ben bugün biriyle bir yerde oturup kumpir yiyelim diye tutturmadım.
    Çünkü ben bugün biriyle aylak aylak dolaşmadım sokaklarda.
    Çünkü ben  bugün ayrılamadığımı için size mi gitsek bize mi? demedim.
    Çünkü ben hayatımdaki son dakika haberlerini birine yumurtlamadım.
    Çünkü be bugün biriyle film izlemedim.
    Çünkü ben bugün annemin yaptığı bir tepsi tiramisuyu biriyle mideye indirmedim.
    .
    .
    .
    Hayatımıza güzellik katan aslında sevdiklerimiz,her şeyimiz olsun onlar olmasın hiç birşeyin tadı çıkmıyor.

    'Huzursuzluk' varya senin ingilizceni de sevmezdim ben.

           -ANCELİK-

    Tamam sevinebilirsiniz.

    İşte burdayım.
    Lan ne kadar uzun süre oldu dimi? ben büyüdüm mesela nişanlandım yakında düğünüm oluyor herkesi davet etmek isterdim ama önceden ÖSYMye gidip başvuruda bulunmanız gerekiyor.Yani anlıyacağınız sınavlarla ilişki içindeyim.
    Bloglar açıldı.Ben pc ayarlarıyla oynamadım açılmasını bekledim.Ondan geç geldim sizlere mutluluk gözyaşları döküyorum.
    Sizi çok seviyorum...:)

    25 Şubat 2011 Cuma

    hayaller

    Hayatın bize adaletsiz davranması normaldir belki de,
    Alışmışızdır,hayatı böyle kabul edip ona göre davranmışızdır.
    Ya hayatı böyle sevmişizdir
     Veya da hayat böyle olduğu için ondan nefret etmişizdir.
    Ya sevdiğiniz kişiler,
    Onlar size adaletsiz davranırsa
    Onları da böyle kabul edip sever miydiniz?
    Yoksa böyle oldukları için nefret mi ederdiniz?
    Belki de her şeye rağmen kızdığını kişi kendiniz olurdu,
    “Neden sevmiştim ki?!”
    Ve belki de bir avuç hüzün ve hayal kırıklığı dökülürdü
    O masum kalbinize.
    Ulaşılmazlar hep cazip gelir size,ve onları ne kadar severseniz
    O kadar itici olursunuz onların gözünde,uzaktan öyle görünürsünüz
    En normali de budur aslında,üzülseniz de kırılsanızda…
    İnsan çok sevdiğine ikna olur belki ama
    Bir türlü sevildiğine, çok sevildiğine inanmaz!
    daha çok der hep,Şükretmez hiçbir zaman!
    Bunu veren daha çoğunu da verir der
    o zaman bir avuç  hayal kırıklığı daha sızar içine,
    bu sefer her şeyini almıştır veren.
    Mesele bilmekte değildir ki!
    İnanmaktadır mesela
    Tahammüldedir, belki de sevgide.
    Sonrası nasip dersin geçip gidersin.
    Hayal kurarsın,olur veya olmaz.
    İnanırsın!gözlerini kapatırsın,gelmeyen bir şeymiş gibi davranmazsın ona.
    İnanırsın işte,
    Sadece kalbinle inanırsın,mantığını kenara atarsın her fırsatta.
    Bir çanta düşünürsün mesela,bütün hayallerini onun içine koyarsın onu öpücüklere boğarsın,
    Ve çantandaki hayalleri gitmesi gerekken yere gönderirsin…
    Belki hayallerini çalan olur belki de karşılık veren.
    Bunu öğrenmek için biraz cesaret
    Biraz da güven olması gerekir.
    Gerisi mutluluktur hep.
    Hem zaten ne demişti yazar,
    “insan hayal ettiği müddetçe yaşar!”

    19 Şubat 2011 Cumartesi

    Eksiklikler İçindeki Ben.

    İlk önce Fanceliği yazdım bloguma özenti dediler,kimisi beni konu alarak yazı yazdı,eleştirdi.
    Kimisi de eğer eleştiriliyorsan çok izleniyorsundur dedi beni yatıştırmaya çalıştı.
    Bende biliyorum bazen aşırı derecede saçmaladım Fancelik aramıyor diye,neler yazdım buraya.
    Mutluluğumuda paylaştım.
    İzleyicilerim arttı,yorumlarım arttı.Ama ben olmak istediğim ben değildim ki!
    Yani ben bir erkek için açmadım ki bu blogu!
    Birsürü izleyicim oldu,eleştirenlerim oldu.
    Ben hep en iyisi olmaya çalışsamda aslında hep saçmaladım.
    Aslında hiçbirşeyden anlamadığımı farkettim.
    Ben kesinlikle yazar falan olamayacağımı anladım.
    Eskiden yazımın iyi olduğunu falan söylemiyorum,ama en azından saçmalayabiliyordum.
    Ama şimdi!
    İnanın onu bile yapamıyorum elim klavyede boş yere geziniyor yazıyorum ama tatmin olamıyorum.
    Olmuyor bunu çok iyi biliyorum.
    Ben ne eski Ancelik ne şimdiki ancelik olmak istiyorum,
    ben en iyi Ancelik olmak istiyorum.
    Çünkü daha iyi şeyler yapacağıma inanıyorum veya inanmak istiyorum.
    Özenti olmasamda karşıdakilerin öyle görmesinide istemiyorum.
    Benim kendime göre bir stilim var ve ben öyle devam etmekten mutluluk duyuyorum.
    Tırsak mesela yazılarımıza yorum yapmasakta okulda değerlendiriyoruz.
    Güzel olduğunu söylüyor yazılarımın.
    Ne kadar doğru bilmiyorum ama,mutlu oluyorum.
    Önceden beni takip eden az kişi vardı ama daha fazla yorum alıyordum,
    sanki!Bana öyle geliyordu.Belki de o zaman daha mı iyi yazıyordum?
    Yoksa izleyici kitleme mi hitap ediyordu?
    Offf kafam çok karışık.
    Ama biri var benim bütün yazılarıma içtenlikle yorum yaptığına inandığım,
    Deep!
    Onu çok seviyorum mesela,o yorum yazdıkça ben daha da yazmak istiyorum.
    Ve tapi yenileride var,onlarda çok tatlılar,hepiniz öylesiniz:)
    Kitap okuma yarışması,komposizyon yarışması ve daha niceleri...
    Hepsine katılıyorum.
    Bazen hocaların teşvikiyle bazense bana hitap ettiği için.
    Ama hiçbir zaman istediğim sonucu alamıyorum,herkes "çok güzel" desede,
    bir yerlerde eksiklikler var...
    Sanki yapbozun bazı parçaları kaybolmuş gibi.
    Bulamıyorum!
    Mesela babam gibi bir deneme yazamıyorum,
    çok istiyorum ama başaramıyorum!
    Kendiim olayım diyorum,sanki kendim çok mükemmelmiş gibi.
    Başarızızlık veya kendini eksik hissetmek sandığımdan daha da acı vericiymiş!

    18 Şubat 2011 Cuma

    Saçmalamak iyidir bazen.

    Kadın hiç bilmediği bir koridorda ilerlerken kapalı kapılardan birisi gıcırdayarak açıldı.Kadın bir anlam veremedi ama sanki biri tarafından itiliyormuşçasına içeriye adım attı.Bu loş ortama bir türlü anlam veremedi gözlerini ovuşturdu ve etrafına tekrar baktı,bir piyano ve etrafındaki mumlar…Güzel kadın piyano çalmayalı çok zaman olmuş ve onunla ilgili anılarını tozlu raflara kaldırmıştı.Hep güzellerini anımsamak için koparmıştı ona göre anlamsız olan sayfalarını….Oda da öyle bir sessizlik vardı ki çığlık gibi keskin ve acı vericiydi.Kadın piyanonun önündaki kırmızı gördüğü sandalyeye oturdu,neden burada olduğunu ve ona aslında çok acı veren piyanonun karşısında oturduğuna bir anlam veremiyordu.Kim?neden yapsın ki bunu?neden onu bir zamanlar ağır yaralayan onun bütün hayatını bir hortum gibi dağıtan,altüst eden bu piyanonun başına oturttular ki?neden acı çekmesini istediler ki?çektikleri yetmemiş gibi!
    Kadının gözlerinden damla damla akan yaşlar eteğine damlıyor ve ağır ağır uyuşuyor sonra sonra kendini kaybediyor ve usulca yere düşüyor,yüzünü o masum yüzünü hüzün kaplıyordu…
    Ve sabah….Kadın gözlerini açtı, pencereden bembeyaz bir ışık odaya girmiş her yer apaydınlıktı dün geceden eser yoktu sanki.Piyanonun önündeki sandalyenin aslında beyaz olduğunu fark etti kadın.Yavaşça kalktı yerinden karnı acıkmış,saçları dağılmış ve kafası karışmıştı…Ve yine aynı sorular neden buradayım?kim bana acı çektirmek isteyen?
    Kadın odanın bir köşesine gitti ve yüzünü kapatıp ağlamaya başladı,çığlık attı,yalvardı,özür diledi bilmediği her şey için,ve hayata küfretti tekrar o solgun yanaklarından yaşlar akıverdi….onun için ağlamayalı o kadar zaman olmuştu ki,şaşırıyor ve başı ağrıyordu…ne gelen ne de yemek veren hiç kimse yoktu…
    Tekrar gece oluyor ve ortalık ağaçların o korkunç sesiyle bir kez daha irkiliyordu.Kadın köşesine çekilmiş bir ileri bir geri sallanıp duruyordu,ağaçların dev gibi ağaçların gölgeleri karşısındaki duvara yansımış kadın daha da korkuyordu ama çığlık atacak takati bile kalmamıştı…Sonra bir müzik sesi yükseldi etraftan, o zaman akıl etti kapıdan çıkmayı ve çıktı ‘yalnız değilim’diye geçirdi içinden ve ufak bir gülümseme yerleştirdi yüzüne.Müziğin olduğu yöne doğru ilerlerledi ve karşısına bir kapı çıktı yine her taraf karanlık  ve yine piyano ama bu seferkinden farklı olarak müziğin çaldığı ve onu buraya getiren eski bir radyo…
    Ve yine sessizlik…
    Kadın artık ümitsizliğe düşdü burada ölecek ve tüm hayalleri!Tüm halleri gözünün önüne geldi ve yapması gerekenler…aslında düşününce hepsi önemsiz geldi ona hiçbiri ona ait değildi sanki,aslında bunların hiçbirini yapmak istemiyordu.Ve hemen aklına piyanosu geldi bir zamanlar babasının parçaladığı ve piyano parçalarıyla onu da sokağa attığı günler geldi.Aslında o o zamandan beri müziğe aitti ve tabii müzikte ona.”yapamam” dedi içinden ”birdaha el süremem”ama öyle bir çalma açlığı oluşuyordu ki içinde bir yerlerde parmaklarını piyanonun üzerinde yerleşmiş buldu birden.İlk önce üfledi piyanonun tozu etrafa yayıldı ve kadın sanki güzel bir kokuyu içine çekermiş gibi piyanonun tozunu içine çekti,derin nefes aldı ve parmaklarını piyanonun üzerinde onu hissetmek istermişçesine gezindirdi,gezindirdi eskiden yaşadığı tüm mutsuz anılar inadına üvey babası inadına çalmaya başladı Sonra bozuk bir ses duyuldu oda da,  kadın yüzünü buruşturdu “beklide o adam haklıydı gerçekten beceriksizin tekiyim”dedi içinden,tekrar denedi çalmayı tekrar tekrar….sonunda oldu ve küçük çocuklar gibi sevindi,ona yakışmayan havalı,sinsi bir bakış yerleştirdi masum yüzüne, çaldığı o büyüleyici müzik etrafa yayıldı sanki tüm kuşlar ve korkunç sesler çıkaran ağaçlar sesini kesti bu müziği duyunca ve baş kaldıramayacaklarını anladılar sanki…kadın öyle bir geçiyordu ki kendinden açılan ışığı bile görmüyor ,gülümsüyor ve daha şiddetli çalıyordu, bırakmak istemiyordu sanki bir bebeğin bir anneye onu bırakmasından korkarmışçasına sarılması gibi,sanki bir uçurama düşecekmiş gibi,bırakmıyordu işte piyanoyu,çünkü Tanrı onu kendi için yaratmıştı ve yada o öyle inanmak istiyordu.
    Ve birden aklına küçükken kurduğu hayaller geldi.
    Dünyanın en müthiş piyanosunu çalan kız!parmakla gösterilecekti,özendirilecekti,taklit edilecekti,takip edilecekti.Ahhh hayaller onun için ne kadarda önemliydi.
    Ve sonra aklına geçenlerde verdiği konferansta İNANARAK söylediği birkaç cümle aklına geldi…
    “Hayallerde tıpkı Tanrıyı sevmek gibidir,nasıl tanrıya ulaşmak için  onun sevdiği her şeyi gözümüz kapalı yapıyoruz,hayallerimize de ulaşmak için yapılması gerekken şeyleri yapmamız gerekir ama ikisinin arasında bir fark var acı ve gerçek!Eğer Tanrının dediklerini şüphesiz yaparsanız vaat edilen her şeye sahip olursunuz ama hayallerin bir garantisi yoktur.Mesela ben!Ben burada olmak yerine şuan bir piyano konserinde sizlere konser vermekten daha fazla gurur duyardım bunun için çok çalıştım ama olmadı.Biliyor musunuz? buna vakit harcadığım kadar tanrıya harcasaydım şuan onun yanında olurdum.Ama bizi hiçbir şey yıldıramaz hem hayallere ulaşmak bu kadar kolay olsaydı bize çekici gelir miydi?”
    Bu konferansı verirken ilk sıradan oturan adam kadının odasına gelmişti,kadın piyanoyla olan kötü anılarının hepsini ona anlatı vermiş ve buna hala bile inanamamıştı.Ama şunu çok iyi biliyordu o adama anlattıktan sonra içini bir huzur kaplamıştı.
    Kadın bunları düşünürken ışığın yanık olduğunu fark etti ve piyona çalmayı bıraktı arkasına döndü ve işte yine o adam,adını dahi bilmediği onu piyano ile barıştıran o adam gülümseyerek kadına bakıyordu…Kadın hiçbir şey demeden adamın boynuna atladı ve aslında hayallerin er geç gerçekleşebilir olma olasılığına sımsıkı sarıldı.


    13 Şubat 2011 Pazar

    Aşkın kuralları olur mu?













    Ondan çok nefret edersin,
    Onu görmek dahi istemezsin,
    Onun yanında nefes alamazsın.
    Hayatını altüst etmiş adamın yüzüne bakamazsın
    Ama o adam öyle bir adidir ki!
    Hiç bir şey olmamış gibi davranır.
    Sana öylesine güzel sözler söyler ki şaşırırsın.
    Ama eğer akıllıysan aldırış etmez yoluna devam edersin,
    Çünkü o kişi senin hayallerini suya düşürmüştür,
    Sonra..sonra herkese seni alay konusu ettirmiştir
    Ve en önemlisi gözlerinden damlalar düşmüştür,
    Evet amacına ulaşmıştır,canını yakmıştır bir kere..
    Ama bu kadar canının yanacağını tahmin etmemiştir belki de.
    Senin gururunu okşayacak sözler sarf eder durmadan,
    Sonra şaşırırsın bana tüm bunları yapan,
    Şuan karşımda duran mı?!
    Şaşırırsın!
    Yüreğine alacakaranlık çöker,kalbine.
    Sanki karşındaki adam seni üzmekten zevk aldığı kadar seviyordur da…
    Bunu hiçbir zaman bilemesin!
    Söylememiştir ki sana!
    Sonra senin çok sevdiğin başka bir adam vardır mesela
    Onu çok ama çok seviyorsundur.
    Diğerindense nefret edip,kuşku duyuyorsundur ve o nefret ettiğin kişiyi sana aşık sanıp masumlaşıyorsundur.
    Nefret ettiğin kişi iki yüzlüdür,sinsi sinsi seni kendine bağlar belkide,bilemezsin!
    Düşünürsün,durup düşünürsün!
    Aşkın hiçbir sıfata ihtiyacı var mıdır?
    Nefret ettiğin adam seni kendine öylesine bağlar ki
    Onsuz nefes alamazsın
    Onun olmadığı ortamda nefessiz kalırsın sanki.
    Oysa sevdiğin başkası vardır,hani taptığın…
    Onu unutuverirsin birden,gözün kör oluverir.
    Ortasındasındır aşkın,tam merkezinde
    Veya da tam tersi
    Dışındasındır,o kadar hasretsindir ki ona,
    Onu ararken yanlış yerlere girersin belki.
    Kurtlar sofrasına…
    Nefret ettiğin kişiye ‘hayatımdersin
    Gidersin ona,tüm dünyaya ve aynadaki sene
    Delicesine haykırmak istersin…
    Tam cesaretini toplarsın…
    Oldu,dersin bende sonunda aşkı buldum
    Evet aşık oldum dersin…
    Tekrar damlalar akar o güzel gözlerinden
    Anlamsız damlalar..
    Çünkü..çünkü o ‘hayatım’dediğin insan
    Yine nefret ediğin bir ‘öcü’ye dönü vermiştir!
    Seni aldatmıştır
    Kendine bağlayıp uçup gitmiştir..
    Sonra sana sırıtarak kanlı dişlerini göstermiştir.
    Belki de böyle kaç kişinin canını yakmıştır
    Belkide sırf sanadır bu inadı,bu oyunları,bu nefreti…
    Sırf sanadır belki….
    Sonra ilk sevdiğini de kaybetmişsindir!

    her şey silbaştan oluvermiştir.

    sora sessizce içine çekilmişsindir,

    annenin parmaklarına kıvrılıp uykuya dalmışsındır...

    "şitttt sessizlik!"
                                                                                                                 KİBAR BİR MOLA...
                                                                                                                      .sevgilerimle.